Kayıtlar

Kasım, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Metaforsuz maskesiz.

Geçtiğimiz bir haftadır her gün kaçmak istedim kendimden. Beni bu kadar çekilmez kılan ne? Sahi kendim bile kaçıyorum kendimden. Ben sorumluluklarımı ertelediğimde yüzleşmemek için kaçıyorum kendimden belki. Ya diğerleri?... Gerçi kaçmayan kimseler olduğunda neyapıyorum peki? Yalan gülümsemeler, iyiyim rolü kesmeler, kaçmalar ve hatta unutmalar!.... .... Gözlerin hep uzaklara takılı kalması & aklın başka yerde olması... .... Dürüst olmak gerekirse boşaltım ürünü gibi hissediyorum. ..... Kendime neyin iyi geleceğini bilemiyorum artık. Kimin ve neyin iyi geleceğini.... Kendime hep kendimin iyi gelmek zorunda kalmasının getirisi belli ki.. Kaçabilirim, hemen şimdi yepyeni bir ruh haline bürünebilirim. Ama olmaz, bu sefer olmaz. Ağlamaktan geçecekse yolum ağlayabilmeliyim. Acıyacak, kanayacak, yaşlarım akacaksa akacak ve bu kez güçsüzlük addetmeyeceğim üstelik. Yalan bir gülümseme takınmak istemiyorum fakat endişe de uyandırmamalıyım. Her şeye rağmen, maskeler takmak istemiy...

29 Ocak 2020: “yazar sensin, ben taşıyıcıyım, ben kimsem kimim!”

  Uyku nasıl da sarıyor beni bu sıra, sevgisinden kaçamadığın bir kardeş, sonsuz sevgiyle dolu bir sevgili gibi. Oysa nefes alamıyorum, adımlarımı bir başıma bir bir atabilmenin hafifliği yerine sırtımda yükümle olduğum yerde usulca derin uykulara sızıyorum. İçimde çoktum, bir o kadar da eksik. Çokluğun eksiklikten bağımsız olmadığı düzlemleri bilmem bilir misiniz? O evrende benim üçüncü boyutum uyku olmuştur hep. Fakat belirsizliğe ilişen keskin belirlilikler kafein etkisi yapabiliyor bazen. Bilmem kaçıncı kahvem oldu bu keskin belirlilik, oysa midemde bulanık bir çevrim baş gösterdi bile. Biliyorsunuz mantığın dahi bulanığı makbulken geri kalamazdı belirsizliğimin bulantısı. Belirsizliklerim; deterjanı arındırılmamış demlikten içmişim gibi kahvemi; sıcaklığı, kafein etkisi güzel de bir tuhaflık var. Bir fazlalık var bu işin suyunda. Devam edebilmek için zamanı saatin çarklarına başka bir düzenle değdiriyorum derken düzlemim üçüncü boyutunu yakalar oluyor uykuya gark oluyorum. Mid...

18 Mayıs 2019: Şimdi yeniden doğursa beni annem, belki bir kitaplıkta unuturdu belki bir gemi seferinde..

  Gerçeği bulamıyor değilim de gerçeklikteki “doğru” yahut gerçeklikteki “gerçek” hangisi? Hayata dair önemli seçimlerden birini yapma esnasında “hangi ben devam edecek”, “hangi ben ile devam edeceğim” diye düşünüp bir çeşit yapay seçilim gerçekleştirmiştim. Sanki “insan kim olmak isterse o olabilir”di. Keza olabilir de, belki daha da çoğalarak. Şimdilerde dert doğurmuyorum, dertlerimden ayrı kalınca özleyip sarmalamaya kalkışmıyorum. İçim bütünleşmeye varıyor, fakat şimdi beni doğurucak olsa annem, yapım ekinin hangi kombinasyonu nasıl gelecek bilemez. Kaçım ben kaçızım? Bir’im. Bir kaça yakınsıyor dersiniz? Bir kaça yakınsıyor bu gerçeklikte? “Sevmekten başkasını bilmeyen ben”i unutmuşum. Neresinden tutsam elimde kalıyor. Yaşamak istedikçe ben “sürü”leniyorum. Göçebe ruhuma tek başına yetemezsin, bir başına göç olmaz dedikçe yardımına bir parçası koşup ekleniyor. Belki kendimi yaraladım çok, şimdi sıkıntım olmasa dönüp bakıyorum sokaktaki çocuğa bakıyorum mendillerine.. Kimselere...

25 Mayıs 2019'dan: Ben sadece inansam ve denesem, bir gülüversem; Bizler sadece inansak, denesek ve bir gülüversek her şey güzel olacak mı dersiniz?

Şimdi ben zamanın girdabında matematiksel hesaplarla doğal iyileştirici bir mekanizma kurmanın eşiğinde en sevdiğim masalın kahramanına dönüşüyorum, Gulliver. Bu kez devler ülkesindeyim. Yalan olmasın devler ülkesindeki serüvenlerini okumadım Gulliver’in. Ondan mı bilinmez zihnim oyunlarını kurgularken, karşılaştığı pek çok şeyi tanımlayamadı. Tıpkı matematiğin her ama her alanda işlev görüp farklı konseptlerde farklı isim alması gibi. “Biliyorum ama adını bilmiyorum” ne çok kullandığım bir kalıptır bilseniz. Bu kez de Gulliver’in devler ülkesi hikayesi verilmesi gereken referans, ama onu da henüz okumadım. Dinlemiş olsaydım yahut okumuş eminim ki zihnim serüvenlerinde bunca yabancılık çekmezdi. Neyse ki benzer yollara çıkan başka benzer isimler hikayeler olageliyor hep. Bu kez ben benim hikayeme yol alıyorum o sebeple bu kısmı okuma işlemini biraz erteliyorum. Matematiksel hesaplarla doğal iyileştirici bir mekanizma kurmanın eşiğinde devler ülkesine yol almak diyordum, zamanın girdabı...

Vakit dar, halimi anlatsam... İpin ucu kaçmaya yer arıyor.

Haziran.   Nice ertelenmiş şey sığdırdım yaşanmamış zamanın koynuna. Altıncı ayın son günü beni ne bekliyor? "Bilinmez" demeyeceğim. Oturup planlamam gerek. Beş yıllık planların işe yaramayacağını anlayalı çok oldu fakat bir nebze olsun planlayabilmeli yakın geleceğini insan.  Bitiş. Kurtuluş. Belirsizlik. Masam ve elektronik teçhizatım bir de 3 yıllık emeğim.. Aitlik için yeterli olmalıydı. Güzel işler neticelenmeye yaklaşıyor ben ise hapsoluyordum bu aitlik gerektiren mekana.  Miad. Artık, son kullanma tarihi geçiyor şahsımın yeterliliğinin.  Gerçeklikten ve kendimden emin olduğum sürelerde anılarımdan oluyorum. Anılarımla bütün olsam karakterimin farklı yüzleri açığa çıkıyor. Miadımı dolduruyorum. Mentor. Fevkalade büyük bir eksiklik. Yetersiz hissetmeli elbette gelişen her insan. Ancak yol yordam gösterici işaretler bulamadı mı yetersizliğin o uçsuz bucaksız girdabında kahve sigara bulamaçlarında rüzgarın çevriminde olduğunun dahi idrakında olamadan hareketsiz ka...

bütün bütün değil belki, parça parça eksiliyorum kendimden.

https://www.youtube.com/watch?v=jMojnOXO_y8   Varlığını bile unutarak hacmi büyük anıların, yenilerini arıyorum. Gözüm uzaklara dalıyor. Kafam hep dağınık. Bazen bir insanın varlığını dahi unutabiliyorum, kıymeti bende büyük olan bir insanın varlığını dahi... Bu bende yıkım yaratıyor. Ve kişi hatırlattığında kendini, ki birileri bana kolayına kendini hatırlatmaz; gelip geçici bir durağımdır nihayetinde ben; velhasıl,hatırlattığında kendini, gönlünü alabiliyorum. Ancak gözümden yaşlar süzülmeye başlıyor. Derinimde bir yerler acıyor. Nasıl unutabildiğime şaşıyorum. "nasıl aramadım, aramak aklımdan çıkmış" gibi değil. Varlığını büsbütün unutmuş olmak nasıl mümkün olabilir diye şaşırsam mı kendime mi kızsam akıl erdiremeden ağlamaya başlıyorum... yorgunum. Gururuma yedirebilsem; "beni unutma" yazan notlar bırakacağım sevdiklerime; "beni bırakma". çünkü ben kendimi unutsam sevdiklerimi unutmam dediğim ben, artık unutabiliyorum. çünkü beni unutursan, ben unuturu...

saklanmalı değil artık

 Sabaha dek uzandı birikmiş kelimelerim. Edebi değeri şaibeli.  Uyanamamaktan korktuğum için sabaha varan bir gece daha eklendi berikine. Ve "ben buradayım sevgili Alice, sen neredesin? " diyorum çakma bir Atay edasıyla. Yani mutlaka çakma bir Ataylık ediyor olmaya yoracaktır diye okuyucu, ben yapıverdim bu yakıştırmayı. Yoksa ne niyetim ne haddimdir bu "çakma"lık. Köşemde durmakta ve büyümekte olan bambularımdan farklı olduğumu duyumsamanın özünde insan oluşumu idrak ediyorum yeniden. Ne tuhaf sahici bir bambu gibi hissedebiliyorum kimi zaman...  Bir kahveye daha müsait değil fizyolojim. Bir demliğe yakın çay ve bir de Türk kahvesi tükettim. Satırlara birçok kelimeler döktüm. "Kimden neyden nerelere saklansam"Lara sığınmaktan imtina etmeye meylettim. Kayıp çocukluk arkadaşımı buldum. Nicesini sığdırdım geceye. Şimdi odaklanıp uyumamanın vergisini ödemeli diyerek çalışmaya hazırım. Son satırlar geceye; saklanmalı değil artık ,görünür olmalı. 

Uykusunda bir tatlı kaçık, şeyy pardon uyuyan güzel oluşumu ilan edeli birkaç dakika oldu...

 Uykusunda bir tatlı kaçık, şeyy pardon uyuyan güzel oluşumu ilan edeli birkaç dakika oldu. Delilik biraz renk karmaşası gibi, en azından benim nezdimde. Ne çok birikmişim. Ne çok dallanmışım. Köküme ulaşamayacak ve dallarımdaki unutmabeni çiçeklerini göremeyecek kadar büyük bir gövde yetiştirmişim.  "Parçala ve inşa et", yıkmaktan öte bazen parçalamak inşa için de gereklidir ya, işte şimdi dışarıdan bakabiliyorum biraz olsun. Böldüm evet, yönetebildim mi meçhul. Unutmabeni çiçeği; mine çiçeği. Yahut İngilizceye aşina olarak bakılırsa bana dair olan, bana ait olan anlamında aitlik zamiri "mine". Benim için bu anlam bu imge ile bağdaşıyordu. Ben soldurdum. Bana ait olan bir şey bırakmadım. Benden kalacak bir şey bırakmayı ihmal ettim. Oysa daimi idealim ölmeden evvel benden imgeler taşıyan insanlığa katkıda bulunabilecek bir şeyler bırakmaktı. Şimdi ölüme uzak düşünlerimde ideallerime de uzak kaldım. Ölüm odaklı düşleri bıraktığım ve yaşamakla barışmanın acemisi ol...

mavi bir hayal kurdum bulmak üzere kendimi

 Neden böldüm ve sakladım kendimi; bulmak üzere? Çoktum, yalnızdım. İsteklerim çoktu, ideallerim.. kalabalık bir bütünde, zamana yetişemez olmuştum. Renkli dünyamda sisli ve de karanlıktım da. Başedemedim birken. Ne Python ne Java ne C++ başarı öykülerimden geçmedi benim ama zihnimi programlayabildim. Öyle güzeldi ki kurgum bir sonraki bakışım anlamlı kılamazdı onu ancak yeniden bir olduğumda, ki bunun için bıraktığım ip uçlarını takip etmeliydim, anlayabilirdim. Parçalandım. Böl ve yönet;  kendimi fethetmek için ne feci bir yöntemdi. Ama insan eninde sonunda parçalanıyordu zaten. Ben bekleyemedim daha fazla parçalanmak için ve zamanın hatta insanların işine kolaylık sağladım. Böldüm kendimi parçalara ve pamuklara ektim, filizlendirdim. Çürüttüm tohumlarımı bir bir. Belki halen çürümekte birçok tohumum. Ancak filizlerimi de görebiliyorum nihayetinde... Burada bölünüyor yazının bütünlüğü ve işte ve bir şarkı sözü iliştiriveriyorum: " Yordu, kırdı, döktü; efsunludur dünya."...

Makûl bulunmak uçan mavi bir fil görmek kadar olası iken saatleri devirip çocukluğumun kayıp arkadaşlığına kavuşmuş bulundum.

Bir olmaya birden alışmak demiştim evvelinde, oysa ağır ağır yol almalıydım. Bunun için ne gerekliydi? Kurguladığım programlarımın ötesinde ben olmaya sahiden ihtiyacım vardı. Böylesi kalıcı bir bütünlük sağlayacaktı benliğimde. ... "Bir arkadaş" diye fısıldamıştım cevabı bulduğumda, "içindeki çocuk ne isterdi" diye sorulduğunda. Üstelik içindeki çocuğu duyması kolay olmuyordu içi karmaşık, belki kaotik bir nebze de kalabalık olan biri için. Nasıl bir arkadaş olduğunu tanımlamamıştım. Bu cevabın ertesinde çok arkadaş edindim hepsi de bir ışık kırılması ertesindeki renkler kadar renkli ve güzeldi. Hatta kimisi hep istediğim üzere kalıcı dahi oldular. Akışkan ve akıp giden zamanın denkleminde değişkenler ne kadar sabitse o kadar kalıcı.... Ve ben zihnimin gizli devasa odasını taşıdığım küçük yalnızlık evimde müstakil yaşamaktaydım. On altısına bağlayan gecesinde kasımın, mavi kupamı paylaşabileceğimi hiç sanmazdım. Akıl almayacak, nitelikli sayılmayacak dört yıllık...